BAKARA 31 |
وَعَلَّمَ
آدَمَ
الأَسْمَاء
كُلَّهَا
ثُمَّ
عَرَضَهُمْ
عَلَى
الْمَلاَئِكَةِ فَقَالَ
أَنبِئُونِي
بِأَسْمَاء
هَـؤُلاء
إِن كُنتُمْ
صَادِقِينَ |
31. Adem'e bütün
isimleri öğretti, sonra onları meleklere gösterdi ve dedi ki: "Eğer doğru
söyleyenler iseniz bunların isimlerini Bana bildirin."
Bu buyruk ile ilgili
açıklamalarımız yedi başlık halinde verilecektir:
1- Hz. Adem ve Yaratılışı:
2- İsimler:
3- Yüce Allah'ın Hz. Adem'e Öğrettiği
isimler:
4- Meleklere Neleri Gösterdi?
5- ilk Olarak Arapça Konuşan:
6- Doğru Söyleme Şartı:
7- Güç Yetirilemeyenin Teklifi (teklifu
ma la yutak):
1- Hz. Adem ve
Yaratılışı:
"Adem'e bütün
isimleri öğretti." buyruğunda "öğretti" kelimesi tarif etti,
kelimesiyle eş anlamlıdır. Burada ona öğretmek kesin bir şekilde o bilgiyi ona
ilham etmek anlamındadır. Bunun bir melek aracılığıyla olma ihtimali de vardır.
Sözkonusu bu melek ise ileride de açıklanacağı üzere Cebrail (a.s)'dır.
Bu ayet-i kerimede yer
alan "Öğretti" kelimesi, "öğretildi" anlamında (...)
şeklinde de okunmuştur. Ancak birinci okuyuş şekli ileride de görüleceği üzere
daha uygundur ve izah edilebilir bir okuyuştur. Sufi ilim adamları der ki: Hz.
Adem bu isimleri Hakk'ın ona öğretmesi vasıtasıyla öğrenmiştir. Bu isimleri
bellemesini istemiş, ancak Hz. Adem kendisine verilen emri unutmuştur. Çünkü bu
konuda onu kendi nefsiyle başbaşa bırakmıştır. Yüce Allah buna işaret etmek
üzere şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki bundan önce biz Adem'e vahyettik
(emir verdik) o ise unuttu. Biz onda bir azim (günaha kasıt) bulmadık.
"(Ta-ha, 115)
İbn Ata der ki: Eğer
Adem'e bu isimlerin bilgisi açıklanmamış olsaydı, eşyanın isimlerini haber
vermek hususunda Adem, meleklerden daha aciz olurdu. Bunun böyle olduğu gayet
açıktır.
Hz. Adem'in künyesi
Ebu'l-Beşer (yani insanların atası)dır. Künyesinin "Ebu Muhammed"
olduğu da söylenmiştir. Böylelikle o, son peygamber Muhammed (s.a.v.)'ın adı
ile künyelenmiş olmaktadır. Bunu es-Süheylı söylemiştir. Hz. Adem'in cennetteki
künyesinin Ebu Muhammed, yeryüzündeki künyesinin de Ebu'l-Beşer olduğu da
söylenmiştir.
"Adem"
kelimesinin aslı başta iki hemzelidir. Ancak ikinci hemzeyi yumuşat(arak uzat)mışlardır.
O bakımdan ikinci hemzeyi harekelemek ihtiyacı duyulduğu takdirde ikinci hemze
vav'a dönüştürülür ve bu kelime çoğul yapılmak istendiği takdirde
"evadim" denilir. -Bu açıklamaları el-Ahfeş yapmıştır.-
Bu kelimenin türeyişi
hakkında farklı görüşler vardır. Bunun yeryüzü anlamına gelen (...) dan
türediği söylenmiştir. Böylelikle Hz. Adem'e yaratıldığı asıldan gelen bir isim
verilmiş olmaktadır. Bu kelimenin "esmerlik" anlamına gelen
"el-udme"den türediği de söylenmiştir. Ancak "eludme"
kelimesinin anlamı hakkında farklı görüşler ortaya atılmıştır. ed-Dahhak'ın
iddiasına göre bunun anlamı esmerlik; en-Nadr'ın açıklamasına göre ise
beyazlıktır. Adem (a.s) da beyaz idi. Buna göre bu kelime Arapların beyaz deve
hakkında kullandıkları (...) tabirinden alınmış olur. Eğer bu kelime bu kökten
gelir ise o takdirde bunun çoğulu "udm(un)" ve "evadim(un)"
şeklinde gelir. Bu kelimenin "edeme"den türemiş olduğu kabul edilirse
o takdirde "Adem" kelimesinin çoğulu "Ademune" şeklinde
gelir.
Derim ki: Doğrusu bu
kelimenin "yeryüzü" anlamına gelen Edımu'l-ard'den türediğidir. Said
b. Cübeyr der ki: Adem'e bu adın veriliş sebebi onun yeryüzünden yaratılmış
olmasıdır. Ona "insan" denilmesinin sebebi ise unutkanlığıdır. Bunu
İbn Sa'd Tabakat'ında zikretmiştir. es-Suddi'nin Ebu Malik ve Ebu Salih'ten,
onların İbn Abbas'tan ve Murre el-Hemdani'den, onun İbn Mes'ud'dan Hz. Adem'in
yaratılış kıssası ile ilgili yaptıkları nakile göre Abdullah b. Mes'ud şöyle
demiştir: Yüce Allah Cebrail (a.s.)'ı oradan bir çamur getirmek üzere yere
gönderdi. Yer dedi ki: Benden birşey eksiltmenden yahut bana çirkin bir iş
yapmandan Allah'a sığınıyorum. Bunun üzerine Hz. Cebrail birşeyalmaksızın geri
döndü ve şöyle dedi: Rabbim, o benden Sana sığındı ben de onun sığınmasını
kabul ederek ona ilişmedim. Bu sefer Yüce Allah, Mikail'i gönderdi. Aynı
şekilde ondan da Allah'a sığındı, o da onun bu sığınmasını kabul etti, geri
döndü ve Hz. Cebrail'in söyledikleri gibi söyledi. Bu sefer Yüce Allah ölüm
meleğini gönderdi. Bundan da Allah'a sığınınca ölüm meleği de: Ben de emrini
yerine getirmeksizin geri dönmekten Allah'a sığınırım, dedi ve yeryüzünden bir
miktar aldı ve karıştırdı. Alacağını tek bir yerden almadı. Kırmızı, beyaz ve
siyah topraklardan ayrı ayrı aldı. İşte bunun için Ademoğulları değişik değişik
ortaya çıktı. Ve işte o (mayası) yeryüzünden alındığından dolayı ona
"Adem" adı verildi. (Ölüm meleği alacağını aldı) ve onları Yüce
divana çıkardı. Şanı Yüce Allah, ona: "Sana yalvarıp yakardığında yere
şefkat etmedin mi?" diye sorunca şu cevabı verdi: Ben, Senin emrini yerine
getirmeyi onun sözlerinden daha gerekli gördüm. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle
buyurdu: "Adem'in çocuklarının canlarını almana sen uygun bir
kimsesin." Daha sonra (yüce Allah) toprağı yapışkan bir çamur haline
(tinun lazib) getirinceye kadar ıslattı. Lazib ise birbirine yapışan çamur
demektir. Daha sonra kokuncaya kadar bırakıldı. İşte Yüce Allah bu aşama
hakkında şöyle buyurmaktadır: "Kokuşmuş çamurdan ... " (el-Hicr,
26-28, 33) Daha sonra Yüce Allah meleklere şöyle buyurdu: "Muhakkak Ben
çamurdan bir beşer yaratacağım, onu tamamlayıp içine ruhumdan üflediğimde onun
için secdeye kapanın. "(Sad, 71-72) İblis ona karşı büyüklenmesin diye
Yüce Allah Adem'i bizzat kendi eliyle yarattı. Yüce Allah şöyle buyurmuş gibi
oldu: Ben ona karşı büyüklenmediğim halde ellerimle yarattığıma karşı sen nasıl
büyüklenirsin? Yüce Allah Hz. Adem'i bir insan şeklinde yarattı. Önce o Cum'a
gününün bir bölümünde ve kırk yıl süre kadar çamurdan bir ceset halinde idi.
Melekler onun yanından geçip de onu gördüklerinde korkuya kapıldılar.
Aralarında Hz. Adem'den en çok korkan İblis idi. Onun yanından geçer, ona vurur
ve bu ceset tıpkı testinin ses çıkardığı gibi bir ses çıkartırdı. İşte şanı
Yüce Allah'ın şu buyruğu buna işaret etmektedir: "O, insanı testi gibi ses
veren kupkuru çamurdan yarattı. "(er-Rahman, 14) İblis bu sesi işitince
de: Sen ne için yaratıldın? diye söyledi. Bu arada ağzından girdi, arkasından
çıktı. Bunun üzerine İblis meleklere şöyle dedi: Bundan korkmayınız, çünkü o
ecveftir (içi boştur) ve eğer ben ona musallat edilirsem şüphesiz onu helak
ederim.
Denildiğine göre İblis
meleklerle birlikte Adem'in çamurdan suretinin yanından geçerken şöyle dermiş:
Şu mahlukat arasında benzerini görmediğiniz bu yaratık size üstün kılınıp da
ona itaat etmeniz emrolunursa ne yaparsınız? Melekler: Rabbimizin emrine itaat
ederiz, diye cevap verirlerdi. İblis kendi içinde gizlice şu kararı verdi:
Andolsun o bana üstün kılınacak olursa ona itaat etmeyeceğim ve eğer ben ona
üstün kılınırsam onu helak edeceğim. Hz. Adem'e ruhun üflenmesinin murad
edildiği vakit gelince, Yüce Allah meleklere şöyle dedi: Ben ona kendi ruhumdan
üflediğimde onun için secdeye kapanınız. Adem'e ruh üflenince ruh Hz. Adem'in
başından girdi. Aksırmaya başladı, melekler ona: Elhamdülillah de, dediler. O
da elhamdülillah deyince Yüce Allah ona: Rabbin sana merhamet buyurdu, dedi.
Ruh, Hz. Adem'in gözlerine girince cennetin meyvelerine baktı. Karnına girince
canı yemek çekti. Ruh daha ayaklarına ulaşmadan acele ederek cennetin meyvelerine
doğru kalkmak istedi. İşte Yüce Allah'ın şu buyrukları buna işarettir: 'İnsan
aceleden yaratıldı. "(el-Enbiya, 37); "Bunun üzerine meleklerin hepsi
ona topluca secde ettiler) ancak iblis dayattı) secde edenlerle beraber olmak
istemedi. '' (el-Hicr, 30-31) ve devamla Abdullah b. Mes'ud Hz. Adem'in
yaratılış kıssasını zikretti.
Tirmizi'nin rivayetine
göre Ebu Musa el-Eş'ar'i şöyle demiştir: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken
dinledim: "Aziz ve celil olan Allah Adem'i yerin tümünden aldığı bir avuç
(toprak)dan yarattı. İşte bundan dolayı Ademoğulları yer gibi (değişik renkte)
olmuşlardır. Onlardan kimisi kırmızı, kimisi beyaz, kimisi siyah, kimisi de
bunlar arasındadır. Kimisi yumuşak, kimisi sert tabiatlıdır. Kimisi kötü ve
kimisi de iyidir." Ebu İsa (et-Tirmizi) der ki:
Bu hasen -sahih bir
hadistir.
Edim kelimesi edem'in
çoğuludur. Şair der ki: "İnsanlar şekil ve huy itibariyle farklı
farklıdır. Karakterleri de değişiktir. Onların hepsini yeryüzü bir araya
getirecektir."
Buna göre
"Adem'" kelimesi "edme"den değil de "edim" ve
"edem"den türemiş olur. Hepsinden türemiş olma ihtimali de vardır. Bu
hususa dair daha fazla bilgiler -Yüce Allah'ın izniyle- En'am suresiyle başka
buyruklarda Hz. Adem'in yaratılışına dair buyruklar açıklanınca gelecektir. "Adem"
kelimesi munsarıf değildir. Ebu Cafer en-Nehhas der ki: Adem, nahivcilerin
icmai ile özel isim olduğu takdirde munsarıf olmaz (yani esre ve tenvin kabul
etmez) ... Çünkü bu hem "ef'alu" vezninde hem de özel isimdir.
Başarılı nahivcilere göre bir ismin gayr-i munsarif olması için iki sebeb
gereklidir. Şayet bu isim nekre gelir ve sıfat da değilse el-Halil ve
Sibeveyh'e göre yine gayr-i munsarıf olur; el-Ahfeş Said'e göre ise munsarıf
olur. Çünkü bu durumda o hem sıfat olur, hem de fiil vezninde olur. Eğer sıfat
olmazsa yine munsarif kabul eder. Ebu İshah ez-Zeccac: Doğru görüş Sibeveyh'in
görüşüdür, der ve sıfat ile başka şeyolması arasında fark gözetmez. Çünkü her
durumda, kelime aynı kelimedir.
2- İsimler:
"Bütün isimleri
öğretti" buyruğun "isimler" ifade ve ibareler anlamındadır.
Çünkü mutlak olarak kullanılmakla birlikte "isim" ile musemma
kastedilebilir. Mesela, Zeyd ayaktadır, aslan atılgandır demek gibi. Kimi zaman
da onunla bizatihi adlandırmanın kendisi kastedilebilir. "Aslan"
kelimesi şu kadar harftir, demek gibi. Birincisiyle ilgili olarak şöyle
denilir: İsim, musemmanın kendisidir. Yani onunla müsemma kastedilir. İkincisi
ile ilgili olarak da isim ile müsemma anlatılmak istenmemektedir, denilir.
Dilde "isim"in bizzat ibareler gibi değerlendirildiği de olur.
Çoğunlukla kullanılan da bu şekildedir. İşte Yüce Allah'ın: "Adem'e bütün
isimleri öğretti" buyruğu konu ile ilgili açıklama şekillerinin en
meşhuruna göre böyledir. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Muhakkak Allah'ın 99 tane
ismi vardır" hadisi de böyledir. İsim "kişinin kendisi" (zat)
yerinde de kullanılır. Mesela, aynı anlamda olmak üzere: Zat, Nefs, Ayn ve İsim
kelimeleri kullanılır. İlim adamlarının büyük çoğunluğu Yüce Allah'ın: "En
Yüce Rabbinin ismini tesbih et'' (el-A'la, 1); "Rabbinin adı ne
mübarektir'' (er-Rahman, 78); "Bunlarancak sizin ve atalarınızın
adlandırdığınız isimlerdir.'' (en-Necm, 23) buyruklarını bu şekilde
açıklamışlardır.
3- Yüce Allah'ın Hz.
Adem'e Öğrettiği isimler:
Tefsir alimleri, Yüce Allah'ın
Hz. Adem'e isimleri öğretmiş olmasının ne anlama geldiği hususunda farklı
görüşlere sahiptirler. İbn Abbas, İkrime, Katade, Mücahid ve İbn Cübeyr şöyle
demişlerdir: Yüce Allah, Hz. Adem'e önemli önemsiz bütün eşyanın isimlerini
öğretmiştir. Asım b. Küleyb, el-Hasen b. Ali'nin azadlı kölesi Sa'd'ın şöyle
dediğini rivayet etmektedir: İbn Abbas'ın yanında oturuyordum. Mecliste
oturanlar kap kacağın ve kamçının isimlerini sözkonusu ettiler, bunun üzerine
İbn Abbas şöyle dedi: "Adem'e bütün isimleri öğretti."
Derim ki: Bu anlamda
bazı ifadeler ileride de geleceği üzere merfu' (hadis olarak) da rivayet
edilmiştir. İşte "bütün" kelimesinin gerektirdiği anlam da budur.
Çünkü bu kelime kuşatıcılık ve genellik ifade etmek için kullanılır. Buhari'de
Enes (r.a)'den gelen rivayete göre Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet gününde mü'minler bir araya gelip şöyle derler: Rabbımızın
huzurunda bize şefaat edecek birisini bulsak. Bunun üzerine Adem'e giderler ve
ona şöyle derler: Sen insanların atasısın, Allah seni kendi eliyle yarattı,
melekleri sana secde ettirdi ve sana herşeyin ismini öğretti ... "
İbn Huveyzimendad der
ki: Bu ayet-i kerimede dilin tevkifi olarak öğrenildiğinin delili vardır. Yani
Allah tarafından vahiy yoluyla öğretildiği gösterilmektedir. Ve aynı şekilde
Yüce Allah'ın bu dili Adem aleyhisselam'a geneliyle özeliyle bütün
teferruatıyla öğrettiğini göstermektedir. İbn Abbas da böyle söylemiştir. O der
ki: Yüce Allah, ona tencereye, süt sağılan kaba varıncaya kadar herşeyin ismini
öğretmiştir. Şeyban'ın Katade'den rivayetine göre o şöyle demiştir: Allah
Adem'e, meleklerin bilmediği, yaratıklarının birtakım isimlerini öğretmiştir.
Her bir şeyi kendi adı ile söylemiş ve her bir şeyin menfaatini kendi türüne
nisbet etmiştir. en-Nehhas der ki: Bu açıklama bu hususta gelen rivayetlerin en
güzelidir. Anlamı şudur: Şanı Yüce Allah türlerin isimlerini ona öğretmiş ve
neye yaradıklarını -bu böyledir ve şunun için yarar şeklinde - bildirmiştir.
Taberi de şöyle demiştir: Yüce Allah, Hz. Adem'e meleklerin ve soyundan gelecek
olanların isimlerini öğretmiştir. Taberi bunu benimseyip tercih etmiştir. Bunu
yaparken de Yüce Allah'ın: "Sonra onları meleklere gösterdi ( arzetti) ...
" buyruğuna dayanmaktadır.
İbn Zeyd de der ki:
Allah, Hz. Adem'e bütün soyundan gelecek olanların isimlerini öğretmiştir.
er-Rabi' b. Huseym de der ki: Yalnızca meleklerin isimlerini ona öğretmiştir.
el-Kutebi de şöyle demektedir: Yeryüzünde yarattığı eşyanın isimlerini ona
öğretmiştir. Ona cins ve türlerin isimlerini öğretmiştir, de denilmiştir.
Derim ki: Az önce
açıkladığımız ve Yüce Allah'ın izniyle ileride de açıklayacağımız gerekçeler
dolayısıyla birinci görüş daha sahihtir.
4- Meleklere Neleri
Gösterdi?
Yine tefsir alimleri,
meleklere kişilerin isimlerini mi yoksa kişilerden ayrı olarak sadece isimleri
mi gösterdiği hususunda farklı kanaatlere sahiptirler. İbn Mes'ud ve başkaları
der ki: Hz. Adem, onlara kişileri gösterdi, çünkü Yüce Allah: "Onları
gösterdi" diye buyurmaktadır. Diğer taraftan Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
(...) Bunların isimlerini Bana bildiriniz". Araplar birşeyi ortaya
çıkarmayı ifade etmek üzere (...) derler. (Yani: Birşeyi gösterdim, o da
göründü) Birşeyi satışa arzetmek (göstermek) de buradan gelmektedir. Hadis-i
şerifte şöyle buyurulmuştur: "Allah onları toz zerrecikleri gibi arzetti
(gösterdi)."
İbn Abbas ve başkaları
ise, O'nun arzettiği isimlerdir, demişlerdir.
İbn Mes'ud'un okuyuşuna
göre (...) şeklindedir. (Onları arzetti anlamında olup ancak buradaki zamir
dişilere ait bir zamirdir.) Böylelikle bu zamir şahıslara değil de sadece
isimlere ait olur. Çünkü arapçada bu tür zamir daha özellikli olarak dişiler
hakkında kullanılır. Ubey b. Ka'b'ın kıraatinde (...) şeklindedir. (Onları
arzetti anlamında olup buradaki zamir müfred dişi zamirdir ve ağırlıklı olarak
cansız çoğul için kullanılı .
Mücahid der ki: Burada
gösterilen (arzedilen)ler, isimleri sahipleridir.
İsimler ile ilgili
olarak: Onlar adlandırmalardır, diyenin açıklaması, Ubeyy b. Kab'ın kıraatine
uygundur. Bu kelimeyi "O arı gösterdi" şeklindeki okuyuş ile ilgili
olarak şöyle denilir: İsimler kelimesi, şahıslara delalet etmektedir. Bundan
dolayı isimler hakkında "onları gösterdi" demek uygun düşmüştür.
Diğer taraftan: "bunlar" denilerek işaret ile anlatılmak istenen
isimleri taşıyan şahıslardır. Fakat bunlar her ne kadar gaib iseler de herhangi
bir sebep dolayısıyla onların bir kısmı hazır olmuştur. İşte onlar bu hazır
olanların isimleridir. (Yani bu hazır olanların isimleri Adem'e öğretilmiştir.)
İbn Atiyye der ki:
Açıkça görülen şu ki: Şanı Yüce Allah, Hz. Adem'e isimleri öğretmiş ve bu
cinslerle birlikte şahısları ile beraber bunları ona göstermiştir. Daha sonra
bunları meleklere göstermiş ve meleklerin bilmesi mümkün olan isimlerini onlara
sormuş, sonra da Hz. Adem onlara şu cevabı vermiştir: Bunun adı şudur, bunun
adı da budur, diye el-Maverdi de der ki: En doğrusu gösterme işinin
adlandırılan şeylere yönelik olmasıdır.
Diğer taraftan bu
göstermenin zamanı ile ilgili olarak iki görüş vardır. Bunlardan birisine göre
bu eşyayı yarattıktan sonra göstermişti. İkinci görüşe göre ise, Allah Teala bu
eşyayı meleklerin tasavvurlarında canlandırmış, sonra da bunları arzetmiş
(göstermiş)tir.
5- ilk Olarak Arapça
Konuşan:
İlk olarak kimin arapça
konuştuğu hakkında farklı görüşler vardır. Ka'b el-Ahbar'dan rivayet edildiğine
göre Arapça, Süryanice yazıyı ve bütün yazıları ilk ortaya atan ve bütün
dillerle ilk konuşan kimse Adem (a.s)'dır. Ka'b el-Ahbar'dan başkaları da böyle
demiştir.
Denilse ki: Yine Ka'b el-Ahbar'dan
hasen bir rivayet ile şöyle dediği kaydedilmektedir: Arapça ilk konuşan kişi
Cebrail (a.s)'dır. Hz. Nuh'a Arapçayı o öğretmiştir. Hz. Nuh da bunu oğlu Sam'a
öğretmiştir. Bunu Sevr b. Zeyd, Halid b. Ma'dan'dan, o da Ka'b yoluyla rivayet
etmiştir. Peygamber (s.a.v.)'dan ise şöyle dediği rivayet edilmektedir:
"Açık seçik Arapçayı ilk konuşma imkanı verilen kişi İsmail'dir. O vakit o
on yaşında idi." Yine Arapça ilk konuşan kişinin Kahtan oğlu Ya'rub olduğu
da rivayet edilmiştir. Başka rivayetler de vardır.
Buna karşılık biz de
deriz ki: Doğrusu, insanlar arasında bütün dilleri ilk konuşan kişinin Adem
(a.s) olduğudur. Kur'an-ı Kerim de buna tanıklık etmektedir. Nitekim Yüce
Allah: "Adem'e bütün isimleri öğretti" diye buyurmaktadır. Bütün
diller ise isimlerden ibarettir. Dolayısıyla bu diller, "isimler"
tabirinin kapsamına girmektedir. Sünnetteki rivayetler de bunu ifade
etmektedir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Tencere ve küçük kaba
varıncaya kadar (Allah) Hz. Adem'e bütün isimleri öğretmiştir."
Başkalarının kaydettikleri diğer rivayetlerden İbrahim (a.s.) soyundan ilk
Arapça konuşanın Hz. İsmail olduğu kastedilmiş olabilir. Aynı şekilde eğer
bunun dışındaki diğer rivayetler sahih ise, bu da sözü geçen o kimsenin
kabilesi arasında ilk Arapça konuşan kişi olduğu şeklinde yorumlanır. Buna
delil ise belirttiğimiz bu gerekçelerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Melekler arasında da
aynı şekilde Hz. Cebrail Arapça konuşan ilk melektir. O Arapçayı Yüce Allah,
Hz. Adem'e veya Hz. Cebrail'e -az önceki açıklamalara göre- öğrettikten sonra
Hz. Nuh'a öğretmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Yüce Allah'ın:
"Bunlar" buyruğu esreli olarak mebnidir. Temim-
liler, Kays'lıların bir
kısmı ile Esed'liler bunu kasr ile okurlar. el-A'şa; der ki: "Bunlara da
diğerlerine de: Hepsine verdin; Kesilip biçilmiş aynı evsafta
ayakkabılar."
Araplardan elif ile
hemzeyi hazfederek: (...) şeklinde telaffuz edenler de vardır.
6- Doğru Söyleme
Şartı:
"Eğer doğru
söyleyenler iseniz" buyruğu bir şart cümlesidir. Cevabı ise
zikredilmemiştir, takdiri ise şöyledir: Eğer sizler Ademoğullarının yeryüzünde
fesat çıkartacağı iddianızda doğru söyleyen kimseler iseniz siz, de bana (bu
isimleri) bildiriniz. Bu açıklamayı el-Müberred yapmıştır. "Doğru
söyleyenler iseniz" buyruğu bilenler iseniz, demektir. Bundan dolayı
melekler için ictihad sözkonusu değildir. O bakımdan onlar da "Seni tenzih
ederiz" diye cevap vermişlerdir. Bunu da en-Nekkaş naklederek şöyle
demiştir: Eğer Yüce Allah bu konuda verecekleri haberde doğru olmak şartını
koşmamış olsaydı şanı Yüce Allah'ın yüz yıl süreyle ölü bıraktığı kimse için
sözkonusu olduğu gibi onlar için de ictihad caiz olurdu. Yüce Allah bu kişiye:
''Ne kadar kaldın?" (Bakara, 259) diye sormuş, ancak doğruyu isabet
ettirmesi şartını koşmamıştı. O da cevap vermiş, fakat isabet etmemişti. Buna
karşılık da herhangi bir şekilde azarlanmamıştı. Bu açıkça anlaşılan bir
husustur.
Taberi ve Ebu Ubeyd'in
anlattıklarına göre müfessirlerden birisi Yüce Allah'ın:
"Eğer ..
iseniz" buyruğunun anlamı ''... idiniz" diye açıklamıştır. Ancak
Taberi ve Ebu Ubeyd böyle bir açıklamanın yanlış olduğunu söylemişlerdir.
(...) buyruğu haber
verin, bildirin demektir. Çünkü Arapçada "nebe'" haber demektir.
Hemzeli olarak (...): Nebi de burdan gelmektedir. Yüce Allah'ın izniyle buna
dair açıklama ileride gelecektir.
7- Güç Yetirilemeyenin
Teklifi (teklifu ma la yutak):
Kimi ilim adamı şöyle
demiştir: Bu şekilde haber vermek; güç yetirilemeyen birşeyin teklif
edilebileceği sonucu çıkmaktadır. Çünkü Yüce Allah onların bunları
bilmediklerini biliyordu. Ancak tefsir alimlerinin muhakkikleri şöyle
demişlerdir: Burada bu buyruk teklif kasdıyla verilmemiştir. Bundan kasıt
sadece onların gerçeği görüp kabul etmeleri ve işin bilgisini Allah'a havale
etmeleridir. Güç yetirilemeyen şeyin teklifi olmuş mudur olmamış mıdır hususuna
dair açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle surenin sonunda gelecektir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN